Marsilya diyince aklıma ilk gelen şey Monte Kristo Kontu olmuştu. Güneşli bir hava, büyük bir liman ve Monte Kristo Kontunun kapatıldığı deniz ortasındaki Şato Dif Hapishanesi görmeyi beklediğim yegane şeylerdi. Gitmeden önce öğrendiğim kadarıyla Fransanın en tekinsiz şehri olarak anlatılan Marsilya, aslında bölgedeki en eski tarihe ve en büyük yerleşime sahip. O nedenle şimdilerde içinde bulunduğu kargaşa beni biraz hayalkırıklığına uğrattı. Aslında haksızlık da etmek istemiyorum, çantanıza sahip çıkın diye herkesin uyardığı Marsilya'da güvenlik sorunu inanın İstanbul'dan fazla değil! O nedenle Türkler için İstanbul'da olmak gibi bişey:)
Sabah yola olabildiğince erken çıkıp biran önce Marsilya'ya ulaşmak istiyorduk, ancak Marsilya girişindeki trafik, o sakin Fransız trafiğinin çok dışındaydı. Tatil boyunca gezdiğimiz 14 şehirden sadece Marsilya'da şahit olduğumuz İstanbul trafiği ve delicesine araba kullanma şekli bizde Fransanın dışına çıktığımız duygusunu uyandırdı. Zor da olsa Otele vardıktan sonra ön ödemeli rezarvasyonumuzla ilgili bir sorunla karşılaşınca 2 saatimizi de otel resepsiyonunda harcamak zorunda kaldık. Böylece Marsilyanın meşhur limanına ancak saat 18:00 gibi inebildik. Limanın hemen girişindeki yeraltı otoparkına arabamızı bıraktık. Fransa'da zaten başka bir şansınız yok, mutlaka otopark ücreti ödemek zorunda kalıyorsunuz, yolların kenarlarında park yeri bulmak imkansız ve güvensiz.
Yaşadığımız vakit kaybından dolayı deli gibi acıkmış olmamız nedeniyle artık Mc Donalds açılışını yapalım dedik. O yorgunlukla restorant aramak zor geldi, biz de Limanın hemen köşesindeki Mc Donalds'ta karnımızı Amerikan usulü doyurduk. Pişman mıyım? Asla! Bünye patates kızartması ve köfte olmadan ancak bu kadar dayanabildi:) Ayrıca konumu da harika olduğu için nerdeyse tavsiye bile edebilirim. Mc Donalds'da yemek yiyince Marsilya'da Fransız yemeği yeme
ihtimalimizde böylece ortadan kalktı. Halbuki gitmeden araştırdığım bir
kaç restorantı denemek istiyordum, kader böyleymiş napalım.
Karnımız da doyunca hemen hızlı bir şehir turu atabilmek için Petit Trene koştuk. Üstü açık küçük turist trenleri vakit darlığı yaşadığınız lokasyonlarda hayat kurtarıyor ancak tahmin edebileceğiniz gibi burda da işler yolunda gitmedi ve trenin 18:00'de bittiğini öğrenmemizle birlikte en azından mağazalar kapanmadan biraz alışveriş yapalım dedik. Biz binemedik bari siz binin diye küçük bir bilgi vereyim: tren limanın sağ tarafındaki Marsilya Belediye Binasının önünden kalkıyor ve yaklaşık bir saatlik yolculukla sizi Şato Dif'i görebileceğiniz tepedeki ünlü Notre Dame De La Garde Kilisesine kadar çıkarıyor. Ücreti de kişi başı 8 Euro civarı. Bu da benim "Seni yenicem Marsilya" pozum.
Petit Treni bulmaya çalışırken karşılaştığımız sokak sanatçıları. Biz işin matematiğini çözemedik belki siz çözersiniz.
Marsilya gezimizden (ya da gezemememizden demeliyim belki de) en karlı çıkan kişi kardeşim Meltem oldu. Ziraa bulduğum ilk H&M'den kendisine mavi bir çanta alarak Fransa'daki ilk alışverişimizi yapmış olduk. Marsilya aslında binaları güzel, tarihi çok eskiye dayanan, alışveriş imkanları geniş olana bir şehir. Normal şartlarda çok daha fazla zevk alabileceğime eminim ancak yine de tatilimizin tek nazar boncuğu olan bu talihsiz günde olabildiğince yer gezmeye çalıştık. Fotoğrafta gördüğünüz harika paketlemeleri olan bir çikolata dükkanında kendimi kaybettim. Daha sonra aynı markanın başka bir şubesini Nice'te de gördüm.
Mağazalar kapandıktan sonra, Marsilya'nın ünlü Saint Charles Tren Garı'na gitmeye karar verdik. Sahilden yokuş yukarı çıkan ana caddenin sonunda yer alıyor Gar. Gerçekten görülmeye değer, çok büyük çok güzel merdivenleri olan (104 basamak) ve muhtemeş bir mazaraya sahip bu tren garından şehre ilk defa gelenler eminim benden daha farklı duygularla tatillerine başlıyorlardır.
Garın merdivenlerinden yukarı çıkarken sağlı sollu belli aralıklarla konumlandırılmış heykeller dikkatimi çekti. Yakından baktığımda her heykelin bir bölgeyi temsil ettiğini gördüm. En altta aşağıdaki fotoğrafta gördüğünüz Afrika vardı. Üste çıktıkça Avrupaya daha yakın yerler temsil edilmişti. Anladığım kadarıyla Fransanın kendi anakarasından başlayarak sömürgelerine doğru bir diziliş yapılmış. Araştırdım anlamlarını ama pek de bişey bulamadım.
Tren garını da gezdikten sonra artık ara sokaklarda kaybolma zamanıydı. Aslında Marsilyanın sabunları meşhur. Aklınıza gelebilecek neredeyse her kokuda sabunları var. Sabunları Marsilya'dan alamadım dükkanlar kapandığı için, ama Cote D'Azur bölgesinde heryerde bulabilirsiniz. Ben Nice'de bayağı bir depoladım bu güzel kokulu sabunlardan. Güzel hediyelikler, aklınızda bulunsun.
En son olarak bence kesinlikle görülmesi gereken yer Notre Dame De La Garde Kilisesi. Şehrin nerdeyse en yüksek noktasında olan, nerden bakarsanız bakın görebileceğiniz bu çok heybetli kilise eskiden balıkçı eşlerinin, kocalarının dönüşü beklediği küçük bir kiliseymiş.
Daha sonraları farklı kralların döneminde etrafına kale inşaa edilerek ve bir kaç kere büyütülüp yıkılarak en son 1864'de bugünki halini almış. 1931 yılında ise tepedeki Meryem Ana heykeli eklenerek şehrin simgesi haline gelmiş.
Buraya arabayla gelmek için yokuş yukarı dar yollardan çıktık. Kendinize
güvenmiyorsanız kesinlikle arabayla çıkmayın. Onun yerine otobüs ya da
Petit Tren turlarından faydalanabilirsiniz. Arabayla giderseniz de
arabanızı park etmek için yeterince büyük ve manzaralı otoparkı mevcut.
Yukarıdaki resim Şato Dif'e ait. Zoom yaptığım halde ancak bu kadar yaklaştırabildim. Aslında eski liman bölgesinden adaya giden saat başı kalkan tekneler var, ama daha önceki yorumlarda hapishanenin içinde fazla görülecek birşey olmadığını okuduğum için gitmeyi düşünmedik. Uzaktan bi selam çakmakla yetindik.
Kilisenin balıkçılarla ve eşleriyle özdeşleşmiş olması nedeniyle iç dekorunda deniz teması çokca kullanılmış.
En az bir saatini ayırmanız gereken bu çok görkemli Kilise'nin görkemini yansıtan fotoğraflarım yok malesef. Ancak mutlaka uğranması gereken bir nokta olarak aklınızın bir köşesinde tutun.
Tatilmizin 3. gecesini de Marsilya'da tamamladıktan sonra, beni asıl heycanlandıran Cannes, St Tropez, Nice, Monako, Eze ve Saint Paul De Vence bölümü başlıyor. Tatilin 4. günü 3. gününden çok daha hareketli ve eğlenceli geçicek, sizi temin ediyorum:)
Sevgiler..
merhabalar..
YanıtlaSildogru adresteyim galba:)))
mervecim,,biraktigin yorumun icin tesekkurler
ilk giristeki sozler,,,,guzel bakana.
iste bu hayat..acisiyla tatlisiyla
sevgiler bahcemden