"Parfümün başkentine hoşgeldiniz" yazısının altından geçerek Grasse şehrine giriş yaptık ve tatilimizin 7 gününde kiralık arabamızla yerel 3 ünlü parfüm markasının mağazalarını gezmek üzere şehir merkezine doğru yokuş yukarı tırmanmaya başladık. Grasse parfüm esansı üretiminde dünyada çok önemli bir noktada, ancak şehre vardığımızda biraz hayal kırıklığına uğramadık değil. Ziraa bu kadar çok markaya esans satan bir şehir, hem de turistik olduğu halde az gelişmişti. Hatta parfüm fabrikaları ve satış mağazaları dışında görülecek bir yeri yoktu. Belki kendimizi zorlasak çiçek ve lavanta tarlalarının olduğu bölümüne geçebilirdik ancak vaktimizi orada geçirmek yerine St Paul De Vence'e ayırmayı tercih ettik.
Biz iki markanın fabrikasını gezip, bir tanesinden alışveriş yaptıktan sonra şehirde fazla oyalanmamaya karar verdik. İlk durağımız Molinard'ın fabrika satış mağazası oldu. İçerisi gayet güzel kokularla dolu, eski parfüm üretim tekniklerini müşterilerine anlatmak için oluşturdukları güzel bir müzesi olan taş bir binaydı. Grasse şehri eskiden hayvancılık ve dericilikten para kazanan o nedenle kötü kokulara maruz kalan bir şehirmiş. İnsanlar bu kötü kokuları gidermek için önce gül olmak üzere bir çok çiçek, baharat ve ağaç kökünden faydalanarak evlerinde esans üretmeye başlamış. Sonuç olarak bu bir sektöre dönüşmüş ve katkı maddesi çok az olan çok güzel parfümler ve temizlik malzemesi kokuları üretmeye başlamışlar.
Molinard'ı gezdikten sonra benim kalbimi fetheden markaya Fragonard'a uğruyoruz. 3 katlı taş bir binada hem müze hem de fabrika satış bölümü bulunan, Molinard'a göre çok daha fazla çeşite sahip güzel bir mekandı. Sadece parfüm olarak düşünmeyin, kokusu olan herşey vardı burada. Islak mendilden tutun el kremlerine kadar. Biz de Fransaya geldik parfüm almadık demeyelim diye eli boş çıkmadık. Ben tercihimi Violette'den yana kullandım, size de tavsiye edebilirim. Kokusuna bayılıyorum ancak kalıcılık konusunda sınıfta kalır. Nedeni ise katkı maddesinin minimum seviyede olması.
Grasse'dan sonraki durağımız herkesin mutlaka görmemizi tavsiye ettiği, Saint Paul De Vence kasabası oldu. Eze Köyü ile benzerlik gösteren, bir dağın yamacına kurulu küçük bir kale şehir burası. Ancak asıl farklı yanı sanatçılara ve sanat galerilerine ev sahipliği yapıyor olması. Daracık sokaklarında bir sürü galeri göreceksiniz. Gezmekten çok zevk aldığımız ve iyi ki gitmeden uğramışız dediğimiz bir durak oldu.
Yunan adalarını anımsatan bir havası vardı şehrin. Taş sokaklar ve rengarenk çiçeklerle dolu caddeler. Elimizden fotoğraf makinasını düşürmedik. Ama sizi boğmamak için bir kaç tane örnek eklemeye çalıştım.
Bir saatte bütün sokaklarını gezikten sonra aklımızda kalan galerileri ve küçük dükkanları ziyaret ettik. Çok elit bir havası olan güzel bir şehirdi. Ancak dediğim gibi çok da fazla vaktinizi alıcak bir yer değil. Biz yemek dahil 3 saatte gezimizi tamamladık.
Şehri dolaştıktan sonra gitmeden güzel bir yemek yiyelim dedik. Girişte
sol taraftaki mekan tercihimiz oldu. Açık havada cadde üzerinde oluşu ve
menülerinin baştan savma ve turistik değil gerçek Fransız tarzı oluşu
hoşumuza gitti. Size de tavsiye edebilirim.
Benim tercihim Nice'in ünlü salatası ve kendi adıyla anılan Nicoise Salad oldu. Fümelenmiş balıklar ve haşlanmış yumurta salatanın karakteristik özellikleri. Yumurtadan pek hazetmedim ancak balıklar lezettliydi o nedenle salatayı da sevdim. Yan masamızda oturan bir çift deniz ürünlü bir tabak sipariş etmişti. O tabak da çok güzeldi, gözümüz kaldı:) Eşim ise fotoğrafın hemen en üstünde çok az görünen Beef Tartarı seçti. Sakın ama sakın almayın! Çünkü tamamen çiğ olarak geldi. Hiç ateş yüzü görmemiş, doğranmış kırmızı et görünce midemizi kaldırdı. Ama talebimiz üzerine pişirip geri getirdiler. Şarapları yine kendi üretimiydi. Kısacası ambiyans ve lezzet olarak pişman olmadık.
Sain Paul De Vence'den sonra yol üstündeki küçük yerleşimleri arabadan inmeden biraz gezerek bir süre ilerledikten sonra, artık Bordo'ya ulaşmak için hızlanmamız gerekiyordu o nedenle otobana girdik. Otoban ücretleri bizdeki gibi değil, Nice'den Bordoya yaklaşık 70 Euro civarı bir ödeme yaptık aklınızda bulunsun. Sabah 5'de otelimize varıp 11'e kadar uyuyup ertesi gün saat 14:30'daki THY İstabul uçağına yetiştik.
Bizim için unutulmaz bir tatil oldu. Güney Fransa'yı görmek isteyen ve tatil planları yapanları detaylı bir şekilde aydınlatmaya çalıştım kendi tecrübelerimizle, o nedenle 8 yazılık uzun bir yazı dizisi oldu. Umarım faydalı olabilirim, ziraa ben de gitmeden bir çok blogtan araştırma yaparak hazırlanmıştım. Yazıyı bitiresim gelmedi bi türlü çünkü yazarken tekrar yaşadım, ama şimdi sanırım tatil gerçekten bitti:) Sevgiler..
Yorumlar
Yorum Gönder